Mektup

20 Ocak 1919


Madeleine,

kakaonun en hoyrat acısı ve vanilyanın en naif tatlısından adını alan hayatımın anlamı, günün nadiren en gürültüsüz, doğanın çoğunlukla en çığırtkan olduğu bir anda fırsat bulup yazabiliyorum sana bu satırları.

senden yüzlerce kilometre uzakta, senin için bu kelimeleri yazarken dayandığım ağaca sarıldım az önce, sana duyduğum özlemle birlikte tüm hıncımla. tüm aşkımla, gözyaşlarım karıştı bu kadim ağacın gövdesine, köklerine. ağacın tutunduğu topraklar sahip çıktı sana ulaşabilmesi için onlara. toprağın derinliklerinden, denize ulaşıp, yosunlara dolandılar. sevdiğimiz uskumru balıklarının kuyruklarına tutunup beni buraya getiren gemilerden ve beni sana ulaştıracak tanrıdan bile daha hızlı yüzdüler yaşadığımız şehrin deniz kıyısına. ayak parmak uçlarına çarptığımı hissediyorum kıyıya vuran köpüklerden dökülüp nihayet civarındaki kumlara ulaştıklarında.


belirsiz umutlu bekleyişler, belirli üzüntülerden çok daha can yakıcı. sana, orduya yazıldığımı söylediğim anda, gözlerinde sadece senin yaratabileceğin bir cennetin varlığını gördüm. gördüğüm anda kaybolmayı dilediğim, beni bu topraklara getiren okyanuslardan daha derin ve büyük alevler gördüm. yüce bir metanetle kapattın gözlerini cümlemin bitişinde. önümüzde belirlenmiş yedi gün vardı, bize “yedi gün” daha uzun geldiğinden, “bir hafta” diyemedik. “yedi günde ne yapabilirim?” demiştin. üç mevsim gecikmiş bir cevabı yazıyorum sana Madeleine; bana bak! bana baktığını görebilmek bunca mesafeden… yapamıyorum Madeleine. kolumu siperden çıkartarak yolduğum çimenleri, avuçlarımın arasında ezerek, elini tuttuğumu hayal etmeyi deniyorum. taze kokusunun ve dokusunun, aciz bedenimin derisine işlemesiyle hayata dönmeye çalışıyorum. bana baktığının hayalini kuramıyorum, son bakışındaki beyaz alevlerden kaçırmıştım bakışlarımı. belli olan sana duyduğum özlem, belirsiz olan dünya üzerimdeki mevcudiyetim seni görmeden mi, seni gördükten sonra mı sonlanacak düşüncesi. belirli acılarımızı ve sonlu bekleyişlerimizi özledim Madeleine, müstakbel karım.

kaotik bir acı haline dönüşüyorum.

kime ait olduğunu bilmediğim bu topraklarda, kimin ve neyin uğruna verdiğimiz bu savaş ne zaman sonlanır tanrı dahil hiçbir şey bilmiyor bu cevapları. şu an ve bundan sonraki anlarda da anlamsızlığını koruyacak binlerce belirsiz soru ve belli olan tek şey beni senden ayırdığı. bu, ne senin diktiğin kusursuz elbiselerin madam bilmem kim tarafından beğenilip beğenilmeme belirsizliğine benziyor ne de benim yıl sonu hesaplamalarımın tutarlılığını sorgulamamdaki anlamsızlığa. burada, bu topraklardaki varlığımız ve bulunma amacımızı kapsayan tüm kavramların anlamsızlığı yanında, bu belirsizliklerin sonlu mu sonsuz mu oluşları katlanılmaz olan.

bazı cümlelerini anımsamaktan öte, hangi kelimelerin arasında nefeslendiğini hatırladığımı söylesem inanır mısın bana? ortadan ikiye ayırıp ördüğün iki tutam saçını, başının iki yanında toplaman… elbisenin yakalarının diğer kadınların elbiselerinin yakalarına inat daha uzun ve dik oluşu… bana uzaktan yaklaşırken seni beklediğim köprüye, asi esen rüzgara karşı uzun, kabarık siyah eteğinin yanlarından sıkıca kavradığında uçları dantelli beyaz astarının hafifçe görünüşü, kısa topuklu uzun çizmelerini gösteren telaşlı yürüyüşün Madeleine…

hastalıklı bir bekleyiş halini aldı sana kavuşmaya dair özlemim. hiçbir açlık süresi, hiçbir salgın hastalık, hiç kimsenin gözlerimin önünde şarapnellerce paramparça edilişine tanık olmak, istem dışı refleksler haricinde tepki yaratamıyor bünyemde. günün ağarması, güneşin gözden kaybolup ayın etrafı griye boyaması kadar geçici ve sıradan yüzüme sıçrayan kanlar. hala oradaki acıları yaşatıyorum içimde. köpeğimi kaybetmemin acısı hala diri. buraya gelmeden önceki tüm duygularım gerçek ve tekrarlanabilir; burası ve buradaki hiçbir duygunun kanıtlanabilirliği bir yana geçerliliği bile yok. bundan sonrasına yani geleceğin gerçekliğine de inancımı yitirişimi kabullenişimden mütevellit zihin sağlığıma hakimiyetsizliğimi de mi kabulleniyorum sence?


zaman mevhumunun yoksulluktan yoksunluğa dönüşünü yaşıyorum algılarımda. her saniye arası yirmi dört saate denklikte uzun ve bir saniyede bir günü yaşamak kadar hızlı. zamanın yaşayabildiğimiz en kısa haline bu denli hükümsüzken, hayal kuramamam bana delilik gibi gelmiyor bilakis içimdeki özlem hastalığına tedavi edici bir unsur olarak görüyorum. şimdiki zaman ve yaşayacağım tek zaman, oradaki zaman. orada en vakitlice yaşanmış, burada vakitsizce yaşanan sözde gerçekliğe baş kaldırıyor. karşımda az sonra kafasındaki miğferi delip geçen tek kurşunla ölecek arkadaşımın anlattıklarını, aklımdan oraya ait, orada ve birlikte yaşadığımız anlarımızı geçirerek dinlemeye çalışıyorum. bu sayede, az sonra ölecek 
bu adamın anlattıklarına hislenir gibi yapabiliyorum. buradaki yaşayan ölü askerleri kilitleyemiyoruz Madeleine, bizim kasabamızda ölenler hortlamasın diye tabutlarını kilitleyip gömdüğümüz gibi. eylemsel gerçeklikte canlılar gömülemiyor.


bizi ayıran gemi, iskeleden ayrılırken, el sallamayı bıraktığında -sanırım beni göremiyordun artık-, senden koptuğumu anladın fiziksel dünyada. dizlerinin bağlarının çözülüp, olduğun yere oturuşunu gördüm. 
bensiz de güçlüydün, seninle daha güçlü oldum. sana güç versin diye taş kesildi tüm bedenim, dondurucu rüzgarlar yere yığıp, revire götürülene kadar artık okyanusa dönüşmüş deniz kıyısına bakakaldım. bana öğrettiğin gibi olmak istediğim yerde, olmak istediğim zamanda ve sahip olmak istediklerimle olabileceğimi bildiğimden, elimdeki bu kuru ekmeği senin yaptığın karamelli kekmiş gibi haz alarak yiyorum.


aşkın erdemine nail olamayan insanların yaşadığı tutkulardan ve anlık hazlardan çok öte seninle yaşadığım her tat ve yaşayacağım daha ulu hislere özlemlenişim. içimdeki aşk, yaşadığım zamanın ve mekanın gerçekliğini yitirmesine sebep oluyor. sonu belirsiz bu anı yaşamaktan öte, geçmişimizde kalarak, özleminde var olarak, varlığımı hissedeceğini düşündüğüm topraklara avuçlarımı bastırarak, ruhumun yanında cismimin de varlığının olduğunu ve sana kavuşmak için ona sahip çıkmam gerektiğini kavrıyorum. 

yaşadığım tek an adının çikolatasındaki kakao kadar acı, hissettiğim tek duygu kekindeki vanilya kadar tatlı aşkın.

seni yaşıyorum.

Olafur Arnalds

 

20211