Mektup

sevdiğim,

salonda, yaprakları pencerenin baktığı körfezin girintisiyle bütünleşsin diye saksısıyla oynadığım köşedeki büyük bitkinin hemen solundaki masamdayım. rüzgarlarıyla kendini kıtadan çeken bir kış mevsiminde harfleri bir araya getirerek yazıyorum. aklımdan ayıramayıp, cümlelere karıştıramadığım bazı kelimeler var.

“uzun süren bir komadan gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey sendin.” demek isterdim. komadaki halime düştü gerçek dünyadan yansıyan aksın. birlikteliklerinin en güzel gününde “iyi günde, kötü günde…” diye yeminlenen çiftlerdeki kötü günde tanıştık. daha biz olmadan gerçeküstü kötü halimin en gerçek haliydin. hayallerimdekiydin. bilincimin altındayken tüm farkındalığımla seni hissettim. sen dokunabildiğim en güzel rüyamdın.

dışarıda çılgın bir fırtına var. kış, son oyunlarını oynuyor evimizin dikildiği bu okyanus kenarına. evden öylece çıkıp gitmeni istemediğimi söyleyemedim. söylemediklerim için beni sevdin, söyleyemediklerim için seni sevdim.

arabanın burnunun garajdan çıkışını görüyorum. radyonun anteni rüzgarın sertliğine direniyor. senin hiç acelen yok. boş yolda geçmeyen arabaları bekler gibi kendini yola bırakıyorsun. içime yavaşça kocaman bir damla düşüyor. sarıldığında buharlaşıp giden okyanuslar oluştu içimde sana her “yapma.” diyemeyişimde ve sonu her “istiyorum.” ile biten cümleleri kuramayışımda. bu ikisinin vadesi olduğuna inandım, dolduğunda ihtiyaç duyurmayacağına. beni ibadet ettiren ve zamana taptıran kendi zamanımı durdurmaktı. seninkinin gelmesini bekliyorum.

011116